24 Kasım 2014 Pazartesi

Ögretmenler günümüz kutlu olmasin!

Okudugum okul meslek lisesi oldugu için okul nüfusunun nerdeyse hepsi erkeklerden olusuyordu. Hal böyle olunca ve ülkenin de siyasal yapisi göz önünde bulunduruldugunda okulun egitim sistemi tamamiyla militarist sistem üzerine kurulmustu. 
Orta okuldan sonra düz bir liseye kayit yaptirdik. Oradaki ilk yilimda sinifta kaldim ve ailem; ''bu çocuk okumaz, bari meslek sahibi olsun'' deyip benim kaydimi meslek lisesine aldirdilar. 

Lisede okudugum üç yil ve üstüne ayni bölümü okudugum iki yillik üniversitesine ragmen hala tornavida tutmayi dahi beceremem. Hiç bir zaman da ilgimi çekmedi. 

Hayatimin endüstri üzerine kurulu olmayacagini anladigim zaman hemen okudugum teknik üniversiteyi birakip, yedi yasimdan beri hayatimin merkezi olan sporu firsat bilerek spor akademisine hazirlandim ve ayni yil kazanip okumaya basladim. Ziyadesiyle de mezun olup elimi kolumu sallayarak ögretmen sifati kazandim. 

Ikinci lise 1 hayatimda (meslek lisesi) okula her zaman oldugu gibi yine bisiklet ile gittigim bir gündü. Atölyeden çiktim. Önlügümü astim. Bisikletimi aldim ve okulun bahçesinde bisiklet sürmeye basladim. Tam o sirada yaklasik bin ögrencisi olan o okuldaki sekiz kiz ögrenciyi gören ben, onlarla bisiklet üzerinden filört yapayim derken gidip duvara çarptim ve bacagim tam üç yerinden kirildi. 

Her ayagi kirilan insan gibi ben de bazi tatsiz (doktor, hastane, vb) zamanlar yasadim. Derken tekrar okula dönme zamanim geldi. Kasigima kadar alçi ve iki tane koltuk degnegi ile tekrar okula gitmeye basladim. Teknik ve meslek lise olmasindan dolayi, bazen metal isleri atölyesindeydim, bazen elektrik atölyesinde. Okul benim için hergün ayri bir izdirap olmaya baslamisti. Sabah 8'de baslayip aksam 4'e kadar süren bu serüven de ise gün boyu ayakta kaliyordum. 

Okula her sabah geldigim de anlamsizca siraya geçip mikrofondan ''günaydin'' diyen müdür ya da müdür yardimcisinin egolarini doyuruyorduk sonra da koyun gibi okula giriyorduk. 
Ben de ayagimda alçi ve elimde iki tane koltuk degnegi oldugu için her sabah ''ögretmenler kapisi''ni kullanip sinifa ya da atölyeye gitmeyi daha uygun görmüstüm. Yoksa diger ayagimi da ögrencilerin kullandigi kapiyi kullanirken rahatlikla kirabilirdim. 

Yine ögretmenler kapisini kullandigim birgün nöbetçi ögretmen ile karsilastik. Kendisi hali vakti yerinde, her sinifa girdiginde kapidan geçerken basini boyunun uzunlugundan dolayi egen bir adamdi. Elleri de boyuna oranla hallice büyüktü. 

Ögretmenler kapisindan geçerken bana : ''dur!''
''sen bu kapinin ögretmenler kapisi oldugunu bilmiyor musun? '' diye sorar sormaz tokadi yüzüme çarpti. 

Benim cevabimi beklemeden yüzüme indirdigi tokattan sonra ben bir tarafa, koltuk degneklerim bir ise diger tarafa savrulmustu. Bu acinacak haldeki cahil ögretmen de hiçbir sey olmamis gibi o kapidan geçen diger ögretmenlere ''günaydin'' diyordu.
O diger ögretmenler de sözüm ona beni tokatlayan ögretmenin otoritesini yikmamak adina beni yerden kaldirmiyorlardi. 

Kendi imkanlarim ile kalktigim yerden yine kendi imkanlarim ile aglayarak sinifima gittim. 


O olayin üzerinden tam 17 yil geçti ve ben su an  New York sehrinde Uluslararasi bir Ingiliz Okulu'nda beden egitimi ögretmeni olarak çalisiyorum. Hergün okula gittigimde çocuklari gözlemleyip benim gibi orada ögretmen olan yabancilari (!) izliyorum. Bu sefer de ilkokuldaki ögretmenim geliyor aklima ve onun acimasizca bizleri sira dayagindan gecirdigi o günleri animsiyorum. 

Her seferinde bu iki resim arasindaki farki tasvir etmek istedigimde ise zihnim ''daglar kadar fark var'' diye nitelendirmek yerine o deyimi kabul etmeyip ''gezegenler arasi kadar fark var'' deyimini daha uygun görüyor. 

Dünyanin neresine giderseniz gidin. Hangi egitim bilimcisine giderseniz gidin onlarin da ögretme ve egitim biliminde zit düstüklerini göreceksiniz. Kesin dogru olarak kabul görmüs birkoç tabunun insanin oldugu her yerde dogru olamayabilecegini ve bu dogrularin degisen cografya ve kültür ile kesinligini yitirebilecek potansiyele sahip oldugunu göreceksiniz. 

Hayatin her alaninda oldugu gibi degismeyen tek ve mutlak çarenin ise ''sevgi'' oldugunu anlayacaksiniz. 

Jiddu Khrisnamurti babanin da dedigi gibi;
Ögrencinin özgürlüge ulasmasina yardim eden egitimci ayni zamanda kendi degerlerini de degistirir; o da ''ben'' ve ''benim'' olgularindan kurtulmaya baslar, o da sevgi ve iyilik içinde çiçek açar. Bu karsilikli egitim, ögretmen ile ögrenci arasinda farkli bir birlik iliskisi yaratir. 

...çocuk sevgisi oldugunda hersey mümkündür. 



Ahmet Serdar Eker
24 Kasim 2014 
New York 






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder