29 Temmuz 2014 Salı

Bir Ermeni ve Bir Türk


Hrant Dink'in kendi yazisindan. 


Sivas'in bir köyünden yasli bir amca Hrant Dink'i telefonla arar. Der ki ''Ogul sordum sorusturdum seni buldum. Bizim buralara yasli bir kadin gelir gezer. Kendisi geçenlerde buradayken rahmetli oldu. Biz usulüne göre cenazesini yaptik. Ama o, herhalde sizden. Yakinini felan bulursan gönder,dilerlerse gelip alsinlar,dilerlerse gelip görsünler. 


''Peki amca'' der Hrant Dink. Alir kadinin adini soyadini. Beatris Hanim diye birisi. 70 yasinda. Fransa'dan oraya tatile gitmis. 


Arar,kisa sürede bulur Beatris Hanim'in yakinlarini. Bir adres alir, bir dükkan adresi, gider sorar ''böyle birisini taniyor musunuz?'' 

Dükkandaki orta yasli kadin ''O benim anam'' der, ''Hayirdir? ''
''Annen nerede''diye sorar Hrant. Kadin, Fransa'da yasadigini arada bir Türkiye'ye geldigini ama çogu kez Istanbul'a ugramadan,dogdugu köyüne Sivas'a gittigini söyler. 

Hrant anlatir durumu. Kadin aglaya aglaya tutar Sivas'in yolunu. 


Ertesi gün telefon açar Hrant. Dogrudur,bulmustur. ''Ne yapacaksin, getirecek misin cenazeyi?''  

Kadin, ''evet ama burada bir amca var...''  ve aglamaya baslar. Kadin, ''getirecem ama burada bir amca var...'' Kadin aglaya aglaya telefonu amcaya verir. 
Hrant sorar, ''Amca neden aglatiyorsun kizi?"
''Oglum'' der amca, ''birsey demedim...Kizim anandir,istedigini yaparsin ama bana sorarsan birak kalsin, burada gömülsün... Su çatlagini buldu.'' 

Kadin aglar,Hrant aglar.  




Hikaye'yi ayni zaman da Yotube'dan da bulabilirsiniz. Click here




Geçenlerde New Jersey eyaletinde bir dügüne asma davul çalmam için davet edildim. Enstrumanimi hazirladim. Arabama atlayip dügünün olacagi yere vardim. Her zaman oldugu gibi sahnede diger müzisyenler son kontrollerini yapiyorlardi. Ben de sahneye yakin bir yere oturdum ve davulumu kilifindan çikartip adet yerini bulsun diye son kontrolümü yapmaya baslamistim ki, yanima ben yaslarda belli ki küfür etmeyi seven ve dügünde sunuculuk yapan bir arkadas geldi. 

Ismimi sordu. Ismini söyledi. Anladim ki arkadas bir ermeniydi. Ayak üstü tanisma faslimiz ingilizceydi ancak baglaç niteligindeki küfürlerimiz türkçeydi. 
Her hareketi,her mimigi,her tavri,her cümlesi,takim elbisesi, tarzi ve durusuyla benim Türkiye'den görmeye alistigim bir karakterdi. Sanki liseden sinif arkadasimdi. 
Dügünün baslamasina zannediyorum iki saat vardi. O da kendi mikrofonunun tonunu ayarlarken diger yandan da yanima gelip, asma davulu ne kadar çok sevdigini söylüyordu. Konustugumuz cümleler artik ingilizceden türkçeye dogru kaymaya baslamisti. Ikimizinde son kontrolleri bitmisti. Ben bir içki aldim ve oturup dügünün baslamasini beklemeye basladim. 
Bu arkadas da bir içki alip yanima gelip oturdu ve bana gayet hümanist bir tavirla ''Türk müsün?'' diye sordu. 
Ben de, ''Evet, ama kagit üzerinde Türk'üm... Annem hamileyken Türkiye'de ikamet ediyormus beni de orada dogurmus o yüzden Türk'üm'' dedim. 
''Hmm! Annen  Türk degil o zaman?'' diye sordu. 
Ben de '' Annemin annesi anneme hamileyken o da Türkiye'deymis annemi Türkiye'de dogurmus.'' dedim. ''Nasil yani?'' diye sordu. 
Ben de konuyu daha fazla gizemli kilmadan anlatmak istedigim mesaji daha ayrintili bir sekilde gülümseyerek anlattim. 

''Benim milletim insan,dinim sevgi,hukugum empati memleketim ise dünya. Devletler tarafindan çizilen sinirlarin benim hayatimda yeri ve önemi yoktur. Bizler ayni tanrinin, ayni topragin, ayni mahallenin çocuklariyiz'' dedim. Ikimizde gülmeye basladik. 


Zannediyorum bu sekilde bir açiklama yapmam  onu biraz rahatlatmis olacak ki, kendisi de ermeni oldugu halde eliyle misafirleri isaret ederek; tipki bizim de her firsatta kendi milletimizi elestirdigimiz gibi, ermenileri elestirmeye basladi.

''Ben olsam; ben de hiçbirseyi kabul etmem abi, bunun tazminati var, uluslar arasi prestiji var, o var bu var... hem zaten oralar sizindi. Bana kalirsa bizimkiler rahat durmamis.'' dedi. 
''Ya insallah Allah nasip eder de Ermeni olmayan bir kizla evlenirim'' diye konuyla o an alakasi olmayan bir dilegini de benimle paylasti.

Elestiriler çok tanidikti. Tipki benim bütün türkleri elestirdigim gibiydi. Tipki senin kendi köylünü elestirdigin gibiydi. Tipki bir ispanyolun ispanyollari elestirdigi gibiydi. Tipki bir yunanin yunani elestirdigi gibiydi.Tipki bir arabin ''Aman araplardan uzak dur.'' demesi gibiydi hatta tipkisinin aynisiydi. 
Bütün bu konusmalarin ardindan anladimki Ermeni bir ailenin dügün törenindeydim. Bu konusmaya kadar dügün sahiplerinin ermeni olduklarini anlamamistim çünkü dügüne gelen misafirlerden yasli olanlar aralarinda türkçe, gençler ise ingilizce konusuyorlardi. Tipki yurt disinda yasayan biz Türkler gibi.

Dügün basladi. Gelin ve damat dügün salonuna çiftetelli esliginde girdi. Davul ve klarnet önde yürüyorduk gelin ve damat ise tam arkamizdaydi. 

Gelin ile damat salona girdikten iki dakika sonra davul ve klarnet sustu. Biz yerimize geçtikten sonra gelin ve damadin dansi basladi. 
O sirada yanima, ailesi Amerika'ya Malatya'dan gelmis kendisi ise Amerika'da dogmus kumral tenli turuncu saçli yine ben yaslarda hiç türkçe bilmeyen baska birisi geldi. 
Davulu çok sevdigini kendisinin avukatlik yaptigini fakat ayni zamanda bir müzik grubu oldugunu söyledi. Yaninda ise dügünde çalacagi tamamen Ermeni kültürüne ait nefesli çalgilari vardi. 
Beni kendi grubunda görmekten mutluluk duyacagini ekledi ve o meshur soruyu sordu.

''Are you Turkish?'' Ona da tipki digerinde oldugu gibi ayni cevabi verdim. Saniyorum avukat olmasinin da etkisiyle konu döndü dolasti 1915'e geldi.

''Sana dürüst bir soru sorayim.'' dedi. 
''Tabii.'' dedim. 

''What do you think about 1915?'' (1915 hakkinda ne düsünüyorsun?) 

Ben de ona; ''Ben 1915 hakkinda hiçbirsey okumadim ama sana hayattan ögrendigim birseyi anlatayim.'' diyerek kendi yasadigim bir deneyimi anlattim. 

Amerika'ya ilk geldigim yil bir kuyumcunun yaninda ise girmistim. Yaptigim is, sehir sehir dolasip kuyumculara mal pazarlamakti. Bir haftada eger 20 tane kuyumcuya ugruyorsak neredeyse hepsi türkce konusuyordu. Ben de o zamanlar halen tarih derslerinin etkisi altinda kaldigim ve  biraz da memleket hasreti ile dolu oldugum için türkçe duyar duymaz insanlara ''Türk müsünüz?'' diye soruyordum. Aldigim cevaplar ise genellikle ''Hayir ermeniyim.'' oluyordu. Belli bir zaman sonra kendi kendime düsünmeye basladim. 


''Neden bir insan dogdugu toprakta degil de taa okyanusun dahi diger ucundaki baska bir cografyada olsun?'' 


En sonunda, evvel zaman içinde kalbur zaman içinde Ermenilerin yasadigi bu topraklarda birseylerin yanlis gittigini ve onun sonucunda insanlarin onlar veya sunlar tarafindan öldürüldügünü bunun sonucunda her iki milletten insaninda göç ettigi kanaatine vardim. O günden sonra da kimseye ''Sen su musun? Bu musun?'' diye sormaz oldum. 


(Artik ''Nerdensin?'' diye soruyorum. Umarim bu soruyu da yakin zamanda zihnime sildiririm.)


Ben yasamis oldugum bu deneyimi anlattiktan sonra arkadas bütün candanligi ile bana sarilarak yanaklarimdan öptü ve "You are the man''dedi. 


Kadehlerimizi tokusturduk.O sirada ise  müzisyenler halay-oyun havalari çalmaya baslamislardi ben de davulumu alip sahneye çiktim ve gece boyunca hemen hemen her ezgi de davul çaldim. Lorke oynadik. Delilo oynadik. Damat halayi yaptik. Hatta bir ara Ibrahim Tatlises'in Mavi Mavi Masmavisini dahi söylediler. Tabii gecenin sarkicisi yine Tarkan'di. Verdigimiz her arada ise müzik çalardan türkçe pop çaliyordu. Ingilizce konusan her genç ise dans ederken parçalara Türkçe eslik ediyordu. Gördügüm tek sey, herseyimiz ile bir bütün olarak birbirimize ne kadar çok benzedigimizdi. 


Gecenin sonunda ise yine egom tavan yapmisti. Liseden bu yana her zaman savundugum dünya görüsümün bir ispati daha karsima çikivermisti. Bunun filmini çekmeliyim diyordum. Bunu herkese anlatmaliyim diyordum kendi kendime. 


1988-1992 yillari arasinda Urfa'nin Birecik ilçesinde yasiyorduk. Bilenler bilirler meshur Kelaynak kuslarinin dogal yasam alani koruma bölgesi oradadir ve Orman Bakanligi tarafindan yönetilmektedir. Annem ve babam her hafta sonu bu kuslarin koruma altina alindigi barinaga bizi alip götürürlerdi. Barinak firat nehrinin kiyisinda oldugu için her gittigimizde mutlaka bir mangal partisi olurdu. Her gittimizde bir de karavani ile bu kuslari görmeye gelmis ya bir turist kafilesi ya da yine çok çok uzaklardan gelmis bilim adamlari ile tanisirdik. Artik babam ya da annem hatirlamiyorum ama bize onlara karsi saygili olmamizi onlarin farkli dil konussalarda sonuc olarak insan olduklarini söylerlerdi. Hatirladigim ilk hümanizm ve empati haplarimi saniyorum orada aldim. 


Dügün pazar günüydü. Gece eve çok geç saatte geldim. Sabah ise yüzme dersi vermem gereken, en küçügü 5 en büyügü ise 8 yasinda yaklasik 20 çocuk vardi. Sabah erkenden uyanip isyerime gittim. Havuza girdim. Her zaman oldugu gibi çocuklari güldürdükten sonra tanisma faslimiza geçtik. Çocuklardan bir tanesi bana ''Nerelisin?'' diye sordu. Ben de ''Türk'üm'' dedim. Çocuk elleri ile agzini kapatarak saskin bir sekilde ''I am an armenian.'' dedi. Ben de gülerek. ''Yani demek oluyor ki biz kardesiz.'' dedim. 


Çocuklari aldik ve derse basladik. 
Gün boyunca ise kendi kendime bu yaziyi yazmamin sart oldugunu söyledim. 

Bizler her zaman ayni cografyanin çocuklari olduk. Ayni oyunlari oynadik. Ayni kizlara erkeklere asik olduk. Ahmed Arif'in dedigi gibi, ''Birbirine karisti tavuklarimiz.'' Ayak yolumuz bile ayni oldu. Ayni tarladan beslendik. Bugdayimizi ayni sokuda dövdük. Sonra hepimiz paranin gücü karsisinda egolarimiza boyun egdik. 

Dünyanin neresine gidersen git. Senin sandiginda olan atasözlerinin aynisi baskalarinin da sandiginda var. 
Senin dinledigin müzikteki aci,sevinç,hüzün baskalarinin da müziginde var. 
Senin kendini dünyanin en mükemmel varligi zannettigin ''Bir Türk dünyaya bedel'' sözün. ''Bir meksikali dünyaya bedel'' diye baska cografyada kitap diye okutuluyor. 
Senin kendini sanatin merkezi diye tanimladigin koltukta baskalarinin da kiçlari vardir. 
Empati ilaçtir.

Bizi biz yapan, farkliliklarimizdan dogan ortak düsüncemizdir. 

Ortak korkularimizdir. 
Ortak endislerimizdir. 
Ortak sevinclerimizdir. 



Ben Mersin'liyim Mersin'de dogmusum. Ama sürekli Adana'li ile Mersin'linin sürtüsmesine sahit olmusumdur. Sirf birisi Adana'li digeri Mersin'li diye. 
Tipki Erzurum'lu ile Kars'li gibi. Urfa'li ile Diyarbakir'li gibi. Mardin'li ile Batman'li gibi. Japonya'li ile Çin'li gibi. Kanada'li ile Kuzey Amerika'li gibi. 

Halbuki herseyleri aynidir. Aralarindaki mesafe bir gece gündüz kadar bile degildir. Ufak tefek farkliliklari ise onlari benzersiz kilan ayrintilardir. Kaldi ki esyanin tabiatinda dahi hiçbirsey ayni degildir. Dogadaki sistemin, bunu anlamamiz için en büyük kaniti ise; algilarimizda somut olarak anlayacagimiz sekilde insanlari farkli yaratmasidir. 
Bugün dünyanin neresine giderseniz gidin. Insanlar kendinden fersah fersah uzaktaki kültürlere,dinlere,insanlara saygi duyarken hemen yani basinda olanlara kin besliyor. Kin besledikleri gibi ait olduklari milletleri,kültürleri,devletleri,dinleri ise elestirmeden yasayamiyorlar. Bu bizim egomuz tarafindan vücudumuzdaki her organa her uzuva enjekte edilmis bir zehirdir. 
Bu bize organize dinler ve organize sistemler tarafindan asilanir. Her seferinde ise karli çikan, sermayedir. 
Sen ben karnimizi  ve zihnimizi bu kavramlar ile doyururken birileri baska bir yerlere sürekli altin sevkiyati yapar. 

Etnik bir kimlikle bir kisilik kazanmak ve bunu da milliyetçilik ile beslemek hastaliktir. 

Insani kemirir. O seni kemirdikçe sen daha çok hastalanirsin. 
Öyle bir hastaliktir ki anadan babadan çocuga geçer. Tedavisi çok zordur. Tedavisi için ya zamani geri alman gerekir ya da çaresiz kalman gerekir. 
En güzel tedavi yöntemlerinden birisi ise çaresiz kalip kendi doktorlugunu yapmandir. 

Zannediyorum, dünya umursamadigimiz kadar küçük, anlayamayacagimizi sandigimiz kadar da büyük degil. 




Ahmet Serdar Eker

New York 
30 Temmuz 2014 










1 yorum:

  1. Bu yazının üzerine söylenecek laf yok. Şapka çıkartırım.

    YanıtlaSil